Kırklareli ili ile ilgili Bilgiler Kırklareli Şehir Gezi Rehberi
Kırklareli 1368 yılında Bizanslılardan alındıktan sonra önce Rumeli, daha sonra Vize ile birlikte Silistre Eyaletine bağlı bir nahiye, sonraları ise Edirne İline bağlı Sancak olarak yönetilmiştir. 1429 yılı tapu kayıtlarında adı Kırkkilise olarak geçmektedir. 1878 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 20 ARALIK 1924 tarihinde KIRKLARELİ adını almıştır.
Tarih
Kırklareli tarih öncesi konum itibariyle dikkat çeken pek çok antik yerleşim merkezine sahip bir ilimizdir. Buzul çağı sonlarında uzunca bir süre sular altında kaldığı anlaşılan Kırklareli ve civarında insana dair ilk maddi belgeler neolitik dönem özelliklerini vermektedir. Daha sonra bilinen ilk yerleşik kabilelerden ismini alan Trakya, Kırklareli de dahil olmak üzere Roma dönemi ortalarına kadar kısmen veya tamamen bağımsızlıklarını küçük birer krallık veya prenslik olarak devam ettirebilmişlerdir.
Bir geçiş bölgesi olması münasebetiyle Roma ve Bizans dönemlerinde pek çok istilalara uğrayan Kırklareli ilk defa 1. Murat zamanında 1363 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Bu tarihten itibaren uzunca bir süre barış süreci yaşayan Kırklareli Balkan Savaşı ve 1.Dünya Savaşı sıralarında Bulgar ve Yunan işgaline maruz kalarak büyük eziyet ve sıkıntılar yaşadıktan sonra 10 Kasım 1922’de nihai özgürlüğüne kavuşmuştur.
Coğrafya
Marmara Bölgesinin Istıranca (Yıldız) Dağları ve Ergene Ovası bölümleri üzerinde yer alan hudut ilimiz, kuzeyinde Bulgaristan, kuzey doğusunda Karadeniz, güney doğusunda İstanbul, güneyinde Tekirdağ ve batısında Edirne ile çevrilmiştir. Yüzölçümü 6.550 kilometrekaredir. İlimizin Bulgaristan’a 180 kilometre kara sınırı, Karadenize 60 kilometre deniz kıyısı bulunmaktadır.
İlimiz denizden 203 metre yükseklikte, kuzey ve doğusu dağlık ve ormanlık diğer bölümü genelde düzlük arazidir. Bölgede genellikle kara iklimi hakimdir. Kışları sert ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak geçer.
Başlıca akarsuları Ergene Nehri ve Rezve Deresidir. Bitki örtüsü olarak ormanlık ve step özelliği göstermektedir.
Nüfus
31 Aralık 2010 tarihi itibariyle il nüfusu 332.791’dir. Nüfusun yüzde 66’sı şehirlerde, yüzde 34’ü kırsal kesimde yaşamaktadır.
Nüfus büyüklüğü bakımından ilçe merkezi 100.412 olan Lüleburgaz başta yer almakta, bu ilçemizi 62.152 nüfus ile Merkez, 27.712 nüfus ile Babaeski izlemektedir.
Kırklareli’nin nüfus yoğunluğu 51’dir. 1965 yılına kadar Kırklareli yoğunluğu ülke ortalamasının üzerinde olmuştur. Bunun nedeni ilin mübadele ve muhaceret yoluyla Balkan ülkelerinden aldığı göçtür. 1940-1945 yılları arasında II.Dünya Savaşı nedeniyle Kırklareli’nin nüfusu azalmış, 1950-1955 arasında ise yeniden yurtdışından gelen göçmen aileler ile nüfus artmaya başlamıştır. 1960’a kadar yüksek olan nüfus yoğunluğu bu yıldan itibaren il dışına göçün başlamasıyla beraber 1965’den sonra azalmaya başlamıştır.
İdari Yapı
Kırklareli fethedildikten sonra uzun yıllar sancak olarak idare edilmiş, Sultan Mecit zamanında ilçe haline getirilmiş ve bu durum 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbine kadar devam etmiştir. Rusların tahliyesinden sonra Kırklareli mutasarrıflık olmuştur. İdari bağımlılık olarak önceleri merkezi Manastır olan Rumeli Eyaletine bağlı iken sonra Silistre Eyaletine bağlanmış, daha sonra da Edirne Vilayetinin bir Livası haline getirilmiştir.
Kırklareli 1924 yılında il olmuştur. Bugün, Kırklareli’nin Babaeski, Demirköy, Kofçaz, Lüleburgaz, Pehlivanköy, Pınarhisar ve Vize olmak üzere yedi ilçesi, 26 belediyesi ve 173 köyü bulunmaktadır.
Gelişmişlik Göstergeleri
Devlet Planlama Teşkilatı'nın 2003 verilerine göre, Kırklareli sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında 81 il içerisinde 11. sırada bulunmaktadır. Eğitim sektörü gelişmişlik sıralamasında 7, sağlık sektörü gelişmişlik sıralamasında 15, imalat sanayi gelişmişlik sıralamasında 14. sırada yer almaktadır. İlçeler sıralamasında, 872 ilçe içinde Lüleburgaz 35, Merkez 106, Babaeski 147, Pınarhisar 214, Vize 219, Demirköy 259, Pehlivanköy 262 ve Kofçaz 460. sırada yer almıştır.
Alt Yapı
Kırklareli il sınırları içinde 77 kilometre otoyol, 342 kilometre devlet yolu, 200 kilometre il yolu bulunmaktadır. İl içinde karayolunun toplam uzunluğu 619 kilometredir. Devlet ve İl yollarımızın 86,5 km si bölünmüş yol, 126 km si bitümlü sıcak karışım kaplama, 416 km.si sathi kaplamalı yollardır. D-100 ve TEM Otoyolu ana bağlantıları oluşturmaktadır.İstanbul-Edirne bağlantısını sağlayan D-100 yolu ile Türkiye’nin Avrupa ile bağlantısını sağlayan TEM Otoyolu il’in en önemli yollarıdır. D-100 yolunun 79 kilometresi ile TEM Otoyolunun 62 kilometresi İl içinden geçmektedir. Bu eksenin üzerinde Babaeski ve Lüleburgaz ilçe merkezleri, kuzeyinde ise il merkezi yer almaktadır.
İldeki bir başka eksen de Silivri’den ayrılan Çerkezköy-Vize-Pınarhisar-Kırklareli ve Edirne bağlantılı yoldur.
Kuzey-güney bağlantılı iki ulaşım ekseni vardır. Aziziye sınırına kadar uzanan Dereköy-Kırklareli-Babaeski-Pehlivanköy karayolu Bulgaristan ile bağlantıyı sağlar. Diğer eksen ise Karadeniz ile bağlantıyı sağlayan İğneada-Demirköy-Pınarhisar-Lüleburgaz karayoludur.
İl’de bir ızgara biçimini alan iki kuzey-güney, iki de doğu-batı doğrulu ulaşım ekseni oluşu, tüm yerleşmelerin bu eksenlerden yararlanmalarını sağlamaktadır. Ayrıca, Büyükkarıştıran-Vize-Kıyıköy bağlantısı da kuzeydoğuda Karadeniz’e bağlanır. Bu eksen Büyükkarıştıran’ın biraz kuzeyinde yeniden Pınarhisar’a bağlanır. Kofçaz ilçesinin Kırklareli ile doğrudan bağlantısı vardır. Pehlivanköy ilçesinin ulaşımı D-100 karayolundan ayrılan bir yol ile sağlanır. Kırklareli-Alpullu yakınlarında D-100 karayolundan ayrılan bir yol ile de Hayrabolu üzerinden Tekirdağ’a bağlanır.
Devlet ve İl yolları dışında 1.152 kilometre asfalt, 647 kilometre stabilize, 19 kilometre tesviye ve 104 kilometre de ham olmak üzere toplam 1.922 kilometre köy yolu bulunmaktadır. 169 köy yolu asfalt, nüfusu çok az olan 4 köy yolu ise stabilizedir.
Kırklareli Müzesi
Kırklareli Müzesi 14 Ocak 1994 tarihinde resmen ziyarete açılmıştır Kırklareli Müzesinde halen 553 etnografik, 1189 arkeolojik, 1995 adet de sikke olmak üzere toplam 3737 adet kayıtlı eser mevcuttur Bu eserler tarihi seyir itibariyle Prehistorik dönemden, Cumhuriyet dönemine kadar gelişen zaman dilimini içermektedir.
Hızır Bey Külliyesi
1303'de Kösemihalzade Hızır Bey tarafından yaptırılan külliye hamam, cami ve arastadan oluşmaktadır Osmanlı dönemine ait olan külliye ilin en önemli tarihi eseri olma özelliğine sahiptir Hamamı, çeşmesi ve camisiyle bir kompleks oluşturmaktadır
Dolmenler (Kapaklı Kaya Mezarlar)
Trakya’da çok sayıda görülen tümülüslerin erken safhası olarak kabul edilen dolmenler, genel olarak Kırklareli’nin kuzey – kuzeybatı dağ yamaçlarında ve bu yamaçlara yakın ova eteklerinde sıralanmıştır. Bölgede kapaklı veya kapaklı kaya olarak da anılan dolmenler, yekpare, yassı iri taşlardan, basit oda şeklinde yapılmış anıt mezarlardır. Şu ana kadar yapılan araştırmalarda Edirne’nin Lalapaşa ilçesi merkez olmak üzere, bir hat halinde Kırklareli’nin Demirköy ilçesi yakınlarına kadar ulaştığı tespit edilen dolmenlerin Erken Demir Çağı (M.Ö. 1300 – 800) sürecinde kullanım gördüğü anlaşılmaktadır.
Dolmenler (Kapaklı Kaya Mezarlar)
Trakya’da çok sayıda görülen tümülüslerin erken safhası olarak kabul edilen dolmenler, genel olarak Kırklareli’nin kuzey – kuzeybatı dağ yamaçlarında ve bu yamaçlara yakın ova eteklerinde sıralanmıştır. Bölgede kapaklı veya kapaklı kaya olarak da anılan dolmenler, yekpare, yassı iri taşlardan, basit oda şeklinde yapılmış anıt mezarlardır. Şu ana kadar yapılan araştırmalarda Edirne’nin Lalapaşa ilçesi merkez olmak üzere, bir hat halinde Kırklareli’nin Demirköy ilçesi yakınlarına kadar ulaştığı tespit edilen dolmenlerin Erken Demir Çağı (M.Ö. 1300 – 800) sürecinde kullanım gördüğü anlaşılmaktadır.
Menhirler (Dikili Taş)
Megalit (büyük taş), dikili anıtsal mezar taşlarıdır. Kırklareli ve yakın çevresinde çok sayıda görülmektedir. Çoğunlukla yakın dönem mezarlık alanlarında da benzer dikili mezar taşları görülmekte ise de esas kullanım süreci Erken Demir Çağı’dır. Yükseklikleri ortalama 3 metreye varan dikit örnekleri Kırklareli merkez ilçe, Erikler, Değirmencik, Ahmet’çe köyleri ile Lüleburgaz ilçesinde görülmektedir. Ancak, Kırklareli merkezi de dâhil olmak üzere, çoğu ilçe ve köylerdeki Müslüman mezarlarında bulunan dikili taşların bir bölümünün orijinal yerlerinden sökülerek getirilen menhirler olduğu düşünülmektedir.
Aşağıpınar Höyüğü
İl merkezinin güneyinde, şehre 3 km. mesafede bulunmaktadır. Aşağıpınar Höyüğü’nün kuzeybatısında bulunan tatlı su kaynağının önceleri daha doğuda, Haydardere yatağı üzerindeyken, zamanla batıya doğru kaydığı ve aynı şekilde bu pınar önünde küçük bir gölcük–bataklık olduğu da öğrenilmiştir. Aşağıpınar kazılarında şimdiye kadar rastlanan en eski kültür katı M.Ö. 5800 yıllarına tarihlenmektedir. Anadolu kronolojisine göre Geç Neolitik, Balkan kronolojik sisteminde ise Neolitik Çağ–Karanovo II dönemine tarihlenen bu ilk yerleşim, Demir Çağı’na (M.Ö. 1200) kadar süregelecek olan Trakya kültürünün de temellerinin atıldığı bir süreci temsil etmektedir.
Kanlıgeçit Höyüğü
Kırklareli’nin yaklaşık 3 km. güneyinde, Aşağıpınar’a 300 m. mesafededir. Eski Tunç Çağı’na (M.Ö. 3. bin yıl) tarihlenen bu yerleşim alanı, Anadolu’da ve Yakındoğu’da M.Ö. 3. bin yıl kentleşme sürecinin ortaya çıktığı, yavaş yavaş kent devletlerinin oluştuğu bir süreci temsil etmektedir. Bu yerleşmelerdeki yapıların basit ahşap yapılar şeklinde olduğu; genellikle yerleşmelerin savunma amaçlı derin bir hendek ve bunu sınırlayan ahşap bir duvar ile çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Taş malzeme mimaride hemen hemen hiç görülmez. Yapılan çalışmalarda, Kanlıgeçit’in Anadolu yerleşmeleri ile tam olarak benzeşen büyük bir yerleşim alanı olduğu ortaya çıkmıştır. Yerleşim, taş sur ile çevrili bir iç kale ile bunun etrafında yayılmış aşağı şehirden oluşmuştur.
Kadı Camii
Kırklareli il merkezinde, Ahmet Mithat İlkokulu karşısında bulunmaktadır. Emin Ali Çelebi tarafından 1577 yılında yaptırılmış olan cami, halen kullanılmakta olup, kare planlıdır. Daha önceden yakınında bulunan bir mahkemeden dolayı Kadı Camii denilmektedir. Bir diğer adı da Emin Ali Çelebi Camii olan yapının duvarları, üç cephede düzgün küfeki kaplamadır. Alt sıra pencerelerinin söveleri ve mihrabı, çok iyi bir işçilikle küfeki taşından yapılmıştır. Hafifletme kemerlerinde kabartma dilimli ve kemer sivrisine yakın rozetler, caminin tek süsleme özelliğidir. Tavan ve çatısı ahşap olup, dört mahyalı ve üzeri alaturka kiremit örtülüdür. Minaresi camiye bitişik olup, çok köşelidir.
Küçük Ayasofya (Gazi Süleyman Paşa) Camii
Vize ilçesi, Kale Mahallesi’nde iç ve dış surlar arasındadır. 6. yüzyılda Iustinianus döneminde yapılmış bir kilisedir. 14. yüzyılın ikinci yarısında cami olarak düzenlenmişse de günümüzde kullanılmamaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üç apsisi bulunmakta olup, kubbesi on altı köşeli tanbur üzerine oturtulmuştur. Yapı, kubbeyi tutan 1.30, 1.40 cm. çapında ayaklar ve bunların arasında bulunan sütunlarla üç sahına ayrılmıştır. Mermer olan bu sütunların başlıkları Korint stilindedir. Asıl binaya narteksten, tamamen Bizans stilindeki üç mermer söveli kapı ile girilmekteydi. Taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Kubbe çapraz ve beşik tonozludur. Mihrap sonradan beton ilavedir. Minberi bulunmamaktadır. Yapı, muhtelif defalar değişiklik geçirmiştir.
İğneada
İğneada tarih öncesi çağlardan beri iskana tabi tutulmuş önemli yerleşim birimlerinden biridir. Yakın çevresindeki yerleşim birimlerinden Noelitik dönemden itibaren Kalkolitik Tunç ve Demir Çağlarında yoğun olarak insanların yaşadığı ele geçen belgelerle anlaşılmaktadır. İlk dönemlerde siyasi birlik kuramamış yerli Trak toplumlarından Thyn'ler -ki İğneada Thyn'lerin yaşadığı yer anlamına gelen Thynias adını bu Trak kavminden almıştır.- daha sonraki dönemlerde birbirinden bağımsız feodal beylikler veya şehir devletleri halinde bölgeye hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Ancak bölgeye gerek batıdan ve gerekse doğudan akınlar hiç bir zaman azalmamıştır. Bunlardan en önemlileri 1400’lü yıllardan itibaren batıdan gelen Deniz Kavimleri göç dalgasının bölgeye etkisi muhakkak ki büyük olmuştur. Bunun yanında kuzeyden (özellikle İskit akınları) güneyden Eski Yunan kültürel tazyiki hiç bir zaman eksilmemiştir. Bunların yanında çok daha uzaklardan gelen Pers Kralı Daryus (MÖ. 513) dahi bölgeyi bir süre hükümranlığı altında tutabilmiştir. MÖ. IV. yy’da parçalanan Odrys devletinden sonra Makedonya Kralı II. Filip tarafından tüm Trakya istila edilmiştir. Daha sonra bölgede Keltler onun akabinde de Roma egemenliği dikkat çekmektedir. MS. IV. yy’a gelindiğinde Hunların önünden kaçan Ostrogotlar tüm Trakya’yı istila etmiş, bu istila sırasında İğneada da önemli oranda tahribe maruz kalmıştır. İğneada 441-447 yıllarında bu kez Hunların istilasına uğramıştır. Bu istila sırasında İğneada'nın yanı sıra Trakya'da 70 şehir ve kasabanın tahribe uğradığı bilinmektedir. İğneada Bizans dönemindeki tarihi boyunca da Balkanlardan inen tehlikelerin devamlı tehdidi altında kalmıştır. Daha sonra sırayla Avar akınları ve Peçenek istilası bölgede görülmektedir. İğneada Haçlı seferleri zamanında da istilalara maruz kalmış, akabinde Osmanlı Türklerince Bizanslılardan I. Sultan Murat Hüdavendigar zamanında Demirtaş Paşa tarafından 1362 (H.768) tarihinde alınarak Osmanlı İmparatorluğu’na katılmıştır.
Cumhuriyet döneminden önce Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan istilasına uğrayan İğneada, Midye-Enez Hattı'nın çizilmesiyle Yunanistan'a kalmışken Edirne'nin de kaybedilmesi sebebiyle yapılan taarruz ve anlaşmalarla bugünkü Trakya sınırı çizilmiş ve İğneada topraklarımızda kalmıştır.
Cumhuriyet döneminde 1971 yılına kadar nahiye olarak yönetilen kasaba, bu tarihten sonra belediye olmuştur.
İğneada'nın fethini yöneten komutanın adı İne Bey'dir. Buradaya kendi adını verir ve "İneada" adı zamanla İğneada olur.
İğneada Longozları
LONGOZ" (Löngoz) tipi ormanlığın dünyadaki 3 örneğinden biri Trakya Istaranca dağlarının İğneada ve Kıyıköy sahil şeridi ormanlıklarıdır.
Longoz (Su basar) tipi ormanlık alanı; Kışları sularla kaplanan ormanlık alanı anlamına gelir. Dünya da Amazon, Afrika Kongo havzası ve Türkiye'de de İğneada da bulumaktadır. Her mevsimde taban suyu seviyesi oldukça yüksek, organik madde bakımından zengin olan bu asidik topraklar, üzerinde gelişen ormanları, tropikal ormanlara benzer bir şekilde süsleyerek, biyolojik zenginliği arttırmaktadır. Ülkemizde bu tip ekosistemlerin az olmalarının sebebi, oldukça hassas yapılarının kolaylıkla tahrip edilerek zarar görebilmesidir. Longoz Ormanları'nın Taban Suyu seviyesi düştüğünde gerçek özelliklerini kaybederek, yok olacaklardır. Ulusal ve Avrupa ölçeğinde korunabilmiş en önemli subasar (longoz) ormanının yer aldığı İğneada bölgesi içerdiği farklı ekosistemleriyle yöredeki birçok hayvan türü için kaliteli ve farklı yaşam alanları oluşturmaktadır.
2007'de milli park ilan edilen orman, içinde barındırdığı bitki türleri ve hayvan çeşitliliği ile ender görülen doğal bölgelerden biridir. Demirköy ilçesine bağlı İğneada'daki longozlar, Mert Gölü, Saka Gölü ve Erikli Göl Longozu olarak anılıyor. 10'dan fazla çayın birleşerek oluşturduğu üç dere, kumsalda oluşan doğal bentler sayesinde birikiyor ve burada doğal göller meydana getiriyor. Bu göllerde biriken su, geri doğru taşıyor ve pek ender bulunan subasar ormanı oluşmasını sağlıyor. Subasar ormanı, içinde çok zengin bir canlı yaşamı barındırıyor, su kuşlarına ev sahipliği yaptığı gibi, endemik birçok bitki türünün de var olmasını sağlıyor. Longoz'daki su miktarı baharda had safhaya ulaşınca, bu kez doğal bentler yıkılıyor, zengin besinlerle yüklü alüvyon denize taşınıyor. Bu besinler, deniz yaşamının da İğneada'da çok zengin olmasını sağlıyor.
Kıyıköy
Vize ilçesine bağlı, tarihi ilkçağa değin uzanan bir balıkçı beldesidir. Belde, tarihi varlıkları, Istrancaların bağrından kopup gelen akarsularının yeşile bezediği zengin doğası, ancak bir yürüyüş mesafesi kadar uzaklıkta falezler oluşturan girintili çıkıntılı kıyıları arasında keşfetmeye hazır koyları, hele ki Karadeniz'in ve akarsularının sunduğu lezzetli balıklarıyla tatilcilerin gözdesi olmuştur.
Beldenin bilinen en eski adı Salmydessos' tur. "Pırıltılı, kutsal, güzel yer" manasına gelmektedir. Dil bilimi uzamanı Bilge UMAR' ın tesbitlerine göre ise, M.Ö. 400'lerde Helenler bu bölgeye " Bal yiyenlerin yurdu", ve"Darı yiyenlerin yurdu" demişlerdir. Zira yaşam biçimlerine göre isimlendirilen Trak boylarından sebep böyle anıldığı ileri sürülmektedir. Kıyıköy'ün yakın zaman kadar bilinen adı Midye' dir. Rum ve Bulgar nüfusun da ağırlıklı yaşadığı bölgeye, mübadele sonrasında denizciliği iyi bildikleri için Selanik göçmenleri yerleştirilir. 1960' lara kadar Midye olarak bilinen beldenin ismi, bunun yabancı bir isim olduğu savına saplanılarak Kıyıköy olarak değiştirilir.
Adı burayla anılan en önemli kişilik ise, tarih sahnesine "Roma' yı yakan adam" olarak geçecek, Trakya valisi iken Kıyıköy' e sayfiyeye gelen Neron' dur. Roma ve Bizans dönemlerinin izlerini bugün bile beldede görmek mümkündür. İmparator Jüstinyen döneminde yapılan ve hala ayakta duran surlar, buranın bir kale-kent olarak da çok önemli görüldüğüne işaret eder.
Dubnisa Mağarası
Dubnisa Mağarası Kırklareli ilinin Demirköy ilçesinin Sarpdere Köyü sınırları içerisinde, köyün 5 - 6 km güneybatısında yer almaktadır ve Trakya'nın turizme açılmış tek mağarasıdır. Üç girişe sahip bir yeraltı sistemi olan mağaranın toplam uzunluğu 3200 m'dir. Girişten itibaren ilk 1000 m'si suludur. Mağaradan çıkan kaynak Türk-Bulgar sınırı olan Rezve Deresini oluşturmaktadır. Girişlerden birincisi Dubnisa Dolin girişidir. İkincisi kuru mağara olup iki ayrı girişle başlar. Kollardan biri 456 m, diğeri 363 m'dir. Üçüncü giriş Kız Mağarası olup 60 derecelik bir eğimle başlar. Mağaranın yan kolları fosil, ana sistemi aktiftir. İçinde boyutları 150x 60 m çapında bir salon vardır.
Eğer Beğendiyseniz Bizi Takip Etmeyi Unutmayın! Esen kalın..
Görüş Ve Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın Yorum Yazın :)
Görüş Ve Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşın Yorum Yazın :)
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum yaparken:
1. İçerik konusuyla alakalı olmasına özen gösterin.
2. Aktif link bırakmayın. (Hemen silinir!)
3. Yazım ve dil bilgisi kurallarına uymaya çalışın lütfen.
Konu ile ilgili olmayan sorularınız için ise Blogger Yardım veya İletişim sayfalarını kullanınız.